İstanbul’dan Hicaz’a Gönül Yolculuğu

Yolculuğu bugünün seyahat imkânları sayesinde kolaylaşsa da meşakkatli bir ibadetti hac. Hac ibadetini ifa edebilenler, salt bu nedenlerle bile saygı gördü, isimlerinin başına “hacı” unvanı eklendi. Osmanlı coğrafyasının tüm bölgelerinde olduğu gibi İstanbul’da da Hicaz’a, Mekke-i Mükerreme’ye, Medine-i Münevvere’ye gidenlere hürmet edildi; hacca gidenler için uğurlama, hacdan dönenler için karşılama merasimleri düzenlendi. 

Kalabalık bir kafileyle uzun bir yolculuk gerektiren bu ibadetin selametle tamamlanması, sadece yola çıkacakların değil geçilecek tüm güzergâhların da organize  edilmesini gerektiriyordu ve Osmanlı bu işte başarılıydı. Sadece payitaht halkını değil, imparatorluğun farklı coğrafyalarından gelip İstanbul’da toplanan hacı adaylarını XIX. yüzyıla kadar  gemilerle, XX. yüzyılın başında da trenle kutsal topraklara ulaştırdı. 

İstanbul’dan ve Marmara Bölgesi’nden hac yolculuğuna çıkanlar, bugün de önce Ebâ Eyyüb Halid bin Zeyd El Ensârî Hazretleri’ni (ra), Yahya Efendi’yi, Aziz Mahmud Hüdayi’yi ve Merkez Efendi’yi ziyaret ediyor. İstanbul, hac yolculuklarının başlangıç noktası olmayı sürdürüyor.


İslam Âleminin Önemli Hac Durağı: İstanbul

Yavuz Sultan Selim kutlu beldeleri 1517’de Osmanlı topraklarına katınca payitaht İstanbul, tüm İslam dünyasında önemli bir hac durağı oldu. 

Balkanlarda, Kuzey Afrika’da, Orta Asya ve Kafkasya’da; Afganistan, Hindistan ve Çin’de mukim Müslümanlar, yollarını epey uzatma pahasına, hac yolculuğu öncesinde hilafetin yeni merkezi İstanbul’a gelir; Eyüp Sultan Hazretlerini ve sahabe kabirlerini ziyaret ederdi. İstanbullularla ünsiyet kesbeder, kendi hac ihtiyaçlarını şehrin esnafından karşılardı. Osmanlı hükümeti misafir hacı adaylarının yolculuk hazırlıklarına yardım ederken Afgan, Özbek ve Hintli hacı adayları için yaptığı misafirhanelerde konaklamalarını ihtiyaçlarını temin etmelerini sağlardı. 

“Hâdimü’l-Haremeyn” unvanını taşıyan Osmanlı padişahları ise hacı adaylarının can ve mal güvenliğinin temin edilmesinden Mekke ve Medine’de mukaddes mekânların imarına; konaklama, yeme gibi ihtiyaçların organizasyonundan temizlik işlerine kadar hacılar ve hacla ilgili tüm işlerden sorumluydu.


Sürre Alayları

“Para kesesi” anlamına gelen “sürre” Osmanlı’da her yıl hac döneminde, Mekke ve Medine halkına ve hacılara hizmet edenlere dağıtılmak üzere saray ve zenginler tarafından gönderilen para, altın ve diğer kıymetli eşyaları ve hediyeleri ifade eder. Haremeyn’e ilk sürrenin Abbâsîler döneminde gönderildiği kabul edilir. Osmanlılar, ilk olarak Yıldırım Bayezid tarafından  yollandığı rivayet edilen sürre gönderimini imparatorluk yıkılıncaya kadar sürdürdü. Hayli yüksek meblağlı bu yardımlar, sarayda başlayan bir merasimle yola çıkıyor ve buna Sürre Alayı deniliyordu. Recep ayının 12’nci gününde İstanbul’dan çıkacak olan Sürre Alayı için davet edilen zevat sarayda toplanır, Sürre-i Hümayun torbaları padişah huzurunda mühürlenerek Sürre Emini’ne teslim edilirdi. Kanuni Sultan Süleyman döneminde sürreye Kâbe örtüsü de eklendi. Sürre Alayı, padişahın hediyelerini ve sürre torbalarını yüklenmiş develeriyle Bâb-ı Hümâyun’dan çıkıp Beşiktaş’a, oradan da büyük yelkenlilerle Üsküdar, Harem’e geçerdi. Burası İstanbul’dan hacca gidenlerin ilk buluşma noktasıydı ve “Harem” ismini Haremeyn-i Şerifeyn’de sona erecek büyük yolculuğun başlangıç noktası olması hasebiyle alıyordu. Boğaz’ın iki yakasında İstanbul halkının da katılımıyla düzenlenen görkemli tören, dinî hüviyet arz eden bir merasime dönüşmüştü. Üsküdar’da Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri’nin ve Karacaahmet Sultan’ın ziyaret edilmesinin ardından Sürre-i Humâyun ve beraberindeki hac kafilesi dualarla kutlu topraklara yolcu edilirdi.


Ayrılık Çeşmesi ve Kutlu Yolculuk

Buharlı gemilerin icadından ve Süvevş Kanalı’nın açılmasından önce, 1869 yılına kadar İstanbul’dan hacca kervanlarla gidiliyordu. Hâli vakti yerinde olanlar binekleriyle, bütçesi buna yetmeyenler ise yaya olarak hac yoluna revan oluyordu. O tarihlerde hac yolculuğu 12 aydan fazla sürebilen, oldukça meşakkatli bir süreçti. Hac yolculuğuna çıkanların bir kısmı henüz kutlu beldelere ulaşamadan yollarda bulaşıcı hastalık veya yağmacıların saldırıları sonucu, bir kısmı da Hicaz şartlarına ayak uyduramayarak hac ibadeti esnasında Rahmet-i Rahman’a kavuşurdu.  

Hacca gidenlerin İstanbul’da son uğurlanma noktası Kadıköy’deki Ayrılık Çeşmesi’ydi. Ordu sefere; hacılar da hacca Ayrılık Çeşmesi’nden dualarla yolcu edilirdi. Hacı adayları buradan kaplarını doldururdu. Uğurlayanlar da su gibi gidip gelmeleri niyazıyla kafilelerin arkasından su döküp dualar ederdi. 

Ayrılık Çeşmesi’nden sonra kafile yeni katılımlarla büyüyerek Konya’ya ulaşır, bu şehirde üç gün istirahat ettikten sonra Adana’ya varırdı. Adana’da yine üç gün dinlenir, yeni katılımlar aldıktan sonra Şam’a geçerdi. Şam, bir nevi emniyet demekti ve burada kafileye İran, Irak, Azerbaycan ve civar vilayet ve sancaklardan hacca gidecekler dâhil olurdu.  Günde yaklaşık 50 km yol kateden kafile Şam’dan itibaren güneye yönelir, uzunca bir yolculukla Hicaz’a varırdı. Şam'dan sonra emniyet büyük ölçüde temin edilmiş olduğundan kafile gece seyahat edip gündüz dinlenirdi. 

Yol üzerinde bulunan beylerbeyi ve sancakbeyleri Sürre Alayı’nın emniyetini temin etmekle mükellefti. Yeni katılımlarla büyük bir kervana dönüşen Sürre Alayı’nın Haremeyn’e doğru ilerlerken geçtiği yerlerde görkemli merasimler düzenlenirdi. 


Hac Yolculuğunda Denizyolu ve Demiryolu Dönemi

Önce denizyolu, ardından da demiryolunun devreye girmesiyle hac yolculuğunun süresi kısalırken güvenlik sorunları da büyük ölçüde ortadan kalkmış oldu.

1864’te Süveyş Kanalı açılınca Sürre-i Hümayun ve hac kafileleri Üsküdar Paşakapısı Limanı ve İzmir’den, cuma günleri kalkan gemilerle yola çıktılar. Ulaşım kolaylaştığından yola çıkma tarihi de Şaban ayının 15’ine çekilmişti. 1908’de Hicaz Demiryolu hattı, ilk etabı olan Medine İstasyonu’nun açılmasıyla faaliyete girdi ve yolculuk daha da kolaylaştı. Hattın Medine’den Mekke’ye ve Cidde’ye, oradan da Yemen’e  uzanması planlanmıştı ancak yüzyıl başındaki savaş ortamı ve sonrasındaki şartlar sebebiyle bu hedef gerçekleştirilemedi. 

Osmanlı idaresinde bulunan hac rotasındaki ülkelerin sınırlarının I. Dünya Savaşı sonunda yeniden şekillenmesi, ardından patlak veren II. Dünya Savaşı ve döviz yokluğu gibi sebeplerle Türkiye hacıları 1949’a kadar bu hac rotasını kullanamadılar. Cumhuriyet döneminin ilk resmî hac kafilesi 1949’da yola çıktı. 1960’lı yıllarda Cidde’ye düzenlenen hac uçuşlarıyla Türk Hava Yolları, bu kutlu yolculuğu hızlandırmak ve kolaylaştırmakta önemli bir rol oynadı. Hac uçuşlarıyla birlikte ülkemizde hacca gidenlerin sayısında belirgin bir artış yaşanmaya başladı. Bugün Türk Hava Yolları ana aktarma noktası İstanbul’un yanı sıra Anadolu şehirleri ve Afrika ülkelerinden 120 bini aşkın hacı adayını kutsal topraklara ulaştırıyor; bu coğrafyanın tarih boyunca üstlendiği misyonun yaşatılmasına katkı sağlıyor. 


Hacı Tehniye Cemiyetleri

İstanbullular Seyâhatü’l-Kübrâ, Sefer-i Saâdet ve Rıhle-i Kebîr şeklinde adlandırdıkları hac yolculuğundan dönenleri “hacı tehniye cemiyetleri” ile karşılardı. 

Hicaz’a varanlar ailelerine mektup göndererek muhtemel dönüş günlerini bildirir, böylece aileleri ve dostları hacının yolunu gözlemeye başlardı.

Dönüş vakti gelince uzaktan yakından tebrik için gelenlerin kolayca bulabilmesi için evin kapısı yeşile boyanır, odaların biri tehniye cemiyeti için hazırlanır, hacı için yeni kıyafetler alınırdı. 

Hacıların İstanbul’a adımlarını attığı gün şehir âdeta bayram yerine dönerdi. Dua ve tekbirlerle karşılanan, elleri öpülen, elbiseleri koklanan hacılar tekbirler eşliğinde evine kadar götürülürdü. 

Hacının evine varıldığında imam efendi, hacı ve ailesine dualar eder, gidemeyenlere haccın nasip olması için içten niyazlarda bulunur, bu esnada hacının yakınları ziyarete gelenlere şerbet ikram ederdi. Akranları hacı ile musâfaha eder, küçükler sağ elinin avuç içini öperdi.

Hacının dönüşünden üç gün sonra tebrik ziyaretleri başlar, tebrik için önce erkekler, daha sonraki günlerde de kadınlar gelirdi. Ziyaretçilere hurma, zemzem, gül suyu, hacı lokumu ikram edilirdi. Zemzem ve kına en makbul hacı hediyeleriydi.  Hâli vakti yerinde olanlar ipek seccadeler, kumaşlar, cep saatleri, değerli tespihler, gümüş yüzükler hediye ederdi. 

Kâbe toprağı, Kâbe kerpici, pamuklu kefiyeler, misvaklar ve akik yüzükler de hac hediyeleri arasında yer alırdı. Hacdan dönenler şükür edası bağlamında hacı yemeği ikram ederdi. Hacı yemeklerinde "Mevlid-i Nebevî" okunarak hatim duaları yapılırdı. 

Toplum içerisinde müstesna bir yer edinen hacılara “Hacı Baba, Hacı Anne, Hacci’l-Haremeyn” diye hitap edilirdi.

Alıntı: İstanbul’dan Hicaz’a Gönül Yolculuğu, Skylife, Temmuz 2019